
İlkokulda sınıf birincisidir, ama ortaokulda kızlar keşfedilir, saçlar jölelenirken dersler asılmaya başlanır. Mimar Kemal Lisesi'nde okurken "Yunus Emre" oyunuyla tiyatro girer hayatına. Yunus'u oynamak Murat Han'a düşmüştür, bunu Shakespeare'in "Beğendiğiniz Gibi"si izler. Ve birden bir ışık yanar kafasında. Bütün cesaretini toplayıp ailesine durumu açar. "Dershaneye boşuna para ödüyorsunuz" der, "Ben oyuncu olmak istiyorum".
Elemeyi geçer
Şanslıdır ki, oğullarının kararlarına saygı duyan bir anne babası vardır. Devlet Tiyatroları'ndan Mehmet Şahin onu sınava hazırlarken kendisi de deliler gibi çalışır. Arkadaşı Sinan'la beraber sabahları 5'te kalkıp Oran Sitesi'ndeki koruda ses, nefes, diksiyon egzersizleriyle akşamı ederler. Pirandello'nun "Ağzı Çiçekli Adam"ını ve Nâzım Hikmet'ten bir şiir hazırlar Bilkent'in sınavı için ve birinci elemeyi geçer. Arkadaşı Sinan da... İki kafadar çalışmalarını sürdürürler, apandisti patlayan Murat Han ölümden dönüp hastaneye kaldırılana kadar. "Yatman gerek" diyen doktorları dinlemeyip üçüncü gün hastaneden kaçar. Bol bir pantolon içinde topallayarak girdiği ikinci elemeyi de kazanır ve Bilkent'te burslu olarak okumaya başlar.
Akşamları bağıra çağıra çalışabilmek için yurtta kalmayı tercih eden çok başarılı bir öğrencidir. Ama üçüncü sınıfta adını koyamadığı bir şey rahatsız etmeye başlar onu. "Sanki bir evrensel, bir de geleneksel oyunculuk türü var" gibi gelir ona ve en sonunda yurtdışı olanaklarını araştırmaya karar verir. Neticede Marlon Brando'nun, Robert de Niro'nun yetiştiği Stella Adler Oyunculuk Akademisi'ne ulaşır. Yazları güneyde barlarda çalışarak biriktirdiği az bir parası vardır. Bir de sağlam bir inadı. "Gider çalışır, bir şekilde ayakta dururum" der ve Bilkent'ten mezun olduğu yaz ABD macerası başlar.
Okulda oyuncu olarak yoğrulurken, oradaki hayat da insan olarak çok değiştirir Murat Han'ı. Rus ev arkadaşı Vladimir'le başlayan 'farklı olanı kabul etme' süreci sonunda anlar ki, kendisine benzemiyor diye kimseyi yargılamaya hakkı yoktur.
Akşamları pizza dağıtır
Çalışma izni olmadığı için hocalarının evinde bahçıvanlık yaparak para kazanır, derken akşamları pizza dağıtmaya başlar. Bunu bile "Acaba bu kapıyı nasıl biri açacak?" diye bir tahmin oyununa dönüştürür. Yeteneği ve azmi sonunda hem akademinin en başarılı öğrencisi seçilir hem de "Senden bu dönem para almayalım, biraz rahat et" der okul yönetimi.
Tek derdi onu acımasızca eleştiren hocası Charles Waxberg'dir. Ama "Hoca bana taktı" demek yerine onun istediklerini tam olarak anlamaya çalışır. Altı ayın sonunda hocası artık ona diyecek bir şey bulamazken Murat Han da rahat bir nefes alır. Artık biliyordur onu buralara getiren derdinin ne olduğunu, bu işin tekniğini...
ABD'ye dönüşü farklı olur
Üç yılın sonunda yurda dönmüş askerliğini yaparken kendisine Green Card çıktığını öğrenir. Bu kez farklı olur dönüşü. İlk rolü, Stella Adler Tiyatrosu'nda sahnelenen "Fareler ve İnsanlar"ın Lenny'sidir. Bunu başka önemli oyunlar, birkaç sinema filminde de İtalyan mafya üyesi ya da Ortadoğulu uyuşturucu kaçakçısı gibi roller izler. Bir de bir buçuk yıl sürecek evlilik sığdırır bu maceraya.
Los Angeles'ta hayat güzeldir artık...Dönmeye niyeti de yoktur ya, 2006 Ağustos'unda yolu Abdullah Oğuz'un ajansına düşer. Derler ki, "Zülfü Livaneli'nin romanından uyarlanan bir sinema filmi yapıyoruz, tipiniz çok uygun". İki sahne verir Abdullah Oğuz eline ve "48 saat içinde deneme çekimi yapalım" der. Hemen romanı okur Murat Han ve Cemal karakterine bildiği teknikle yaza çize hazırlanır. Sonuç olumludur da, şiveyi kıvırabileceğine ikna edemez Abdullah Oğuz'u bir türlü. Etrafta da bir "Amerika'dan gelmiş ne bilir doğuyu" diyen muhalefet korosu vardır zaten. Ama karşılarında da inatçı bir genç adam.
Alır eline kamerayı, tutar Van'ın yolunu. Arkadaşlar edinir, onlara kendi diyaloglarını okutur, kaydeder, töre cinayetleriyle ilgili röportajlar yapar, neticede Abdullah Oğuz'un karşısına çıktığında Vanlıdan kimse ayırt edemez olur onu. Ve deneme çekimi yapılan 300 kadar kişiden Murat Han'ın olur Cemal rolü.
Ne de iyi olduğu ortada. "Mutluluk"u izleyen herkesin ilk sorusu "Kim bu çocuk?" oluyor bu ara. Bunca yıllık emeğinin meyvesini toplayan 'o çocuk' ise çok mutlu..."Sanki" diyor, "Öldüm de cennete gittim. Galiba Allah gördü benim çabamı ve dedi ki 'Bu çocuk çok çalıştı, buna öyle bir film verelim ki her şeyi içinde olsun. Mutluluk olsun adı, o da mutlu olsun."